Çocukluk
- Dilek Akbaş
- 24 Haz 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Mar 2021
'Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.'
Terapi konusu açıldığında sıklıkla sorulan sorulardan bir tanesi ‘Siz hastaların çocukluğuna mı iniyorsunuz?’ oluyor. Psikanalize veya psikanalitik terapilere eşlik eden klişeleşmiş ifadelerden birisidir ‘çocukluğa inmek’. Bazı filmlerde ve dizilerde bu ifade üzerinden psikanaliz tiye alınır ve mizah konusu haline gelir. Peki klişeleşmiş bu ifadenin doğruluk payı var mıdır? Hastalar geçmişe açılan kapıdan geçerek merdivenlerden çocukluklarına mı inerler? Çocukluk ne derece ruhsallığımız üzerinde bir role ve öneme sahiptir? Çocukluk denilen mahzende neler saklanmaktadır? Atılması gereken bir şeyler var mıdır? Bozulmaya yüz tutup kokmaya başlayan veya şimdiye sızıntı yapan bir şeyler?
Yaşamın ilk anlarından itibaren bebek, çevresine duyarlı ve etkileşime açık bir varlıktır. İlişkisel bir dünyanın içine doğan bebek çevresindekiler tarafından biçimlenmeye başlar. Aynı zamanda bebek de çevresindekileri biçimlendirir. Bu ilişkisel matriksin içerisinde karşılıklı etkileşimler aracılığıyla bebeğin kendilik duyumu ve nesne ilişkileri oluşur. Freud’un tersine Fairbairn libidonun haz değil, nesne arayışından bahsederek insan yavrusunun bağ kurmaya olan doğuştan eğilimini vurgular. Bebek, kendisine bakım verenlerle bağ kurar ve onlara derinden bağlanır. Bebeğin olgunlaşmamış ve bağımlı yapısı onu başkalarına yönlendirir. Böylelikle bebek ilk ilişki örüntülerini oluşturmaya başlar. Bebekliği de kapsayan çocukluğun önemi aslında burdan gelir. İlk bağlanmalarımız, ilişkilerimiz; kendimize ve ötekilerine ilişkin temsillerimiz bu yıllarda oluşur. Kişisel ve cinsel kimliğimiz bu yıllarda oluşmaya başlar. Ve tabiki ilişki beraberinde çatışmayı da getireceğinden ilk çatışmalarımız da bu yıllarda ortaya çıkar. İlk ayrılıklarımız, kayıplarımız, hayal kırıklıklarımız, üzüntülerimiz, mutluluklarımız, kaygılarımız, korkularımız ve travmalarımız yine bu ilk ilişkilerde deneyimlenir. Arama, keşfetme, yaratma, bulma, kaybetme; yakınlaşma-uzaklaşma, itaat etme-karşı çıkma arasındaki gelgitler ilk defa bu çocukluk yıllarında yaşantılanır.
Yaşamın erken yıllarında oluşan ilişkisel örüntüler temelinde sonraki ilişkilerimizi kurarız. İlk ilişkilere benzer ilişkiler kurmaya eğilimli olur, ilk nesnelerimizi diğer insanlarda bulmaya çalışırız. O yıllarda ayrılık ve kayıplara nasıl tepkiler verdiğimiz sonrakilere bir temel sağlar. Travmalarımız örtük veya açık bir şekilde hayatımız üzerinde etkilerini gösterir. Benzer çatışmaları sonraki ilişkilerimizde de sürdürmeye eğilimli oluruz ve benzer korkular, kaygılar deneyimleriz. Tüm bu nedenlerle ‘çocukluğa inmek’ her ne kadar klişeleşmiş bir ifade de olsa önemi azaltılamayacak bir ifade. Nasıl ki bir binanın inşasında temel önemliyse insanın inşasında da bir temel olarak bebeklik, çocukluk o kadar önemli. Temeli sağlam olmayan yapılar kolaylıkla yıkılabilir ve o yıkıntı içerisinden çıkmak zaman alabilir. Ancak yıkıntı içerisinden çıkmayı başarmak imkansız değil, yeter ki insan sesini duyurmak istesin.
Yorumlar