top of page

Çocukluk dönemi travmatik deneyimleri ve zihinselleştirme: Konuşmak nasıl iyileştirir?

Güncelleme tarihi: 3 Ağu 2024

Çocukluk çağı travmaları, birçok kişinin yaşamında derin izler bırakır. Özellikle istismar ve ihmali içeren bu tür travmatik deneyimlerin, zihinselleştirme denilen becerideki bozulmalarla ilişkisi, araştırmalara konu olan bir meseledir.


Zihinselleştirme, genel olarak kişinin duygusal deneyimlerini işleme ve ifade etme yeteneğidir. İnsanın hem kendisinin hem de başkasının davranışları altında yatan zihinsel durumları anlama ve yorumlama yeteneğini ifade eder. Özellikle duygusal açıdan yoğun deneyimlerde hayal gücünü de içeren bu beceriye ihtiyaç duyulur.


Zihinselleştirme, özellikle ilk yıllarda çocuğun duygusal gelişimi için kritik öneme sahiptir. İlk yıllarda, çocuğun duygusal yaşamı, bakıcısının duyarlı tepkileriyle şekillenir. Bakıcı, çocuğun duygusal sinyallerini algılar, anlar, yorumlar ve bu sinyallere uygun tepkiler göstererek çocuğun duygusal gelişimine katkıda bulunur. Bu süreçte, çocuk hem kendi duygusal deneyimlerini hem de başkalarının duygusal durumlarını anlama ve yorumlama becerisi kazanır.


Zihinselleştirme becerisi, otomatik ve kontrollü modlar arasında değişebilen, dinamik ve çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Otomatik zihinselleştirme, hızlı ve refleksif bir süreçtir ve genellikle insanların günlük etkileşimlerinde kullanılır. Kontrollü zihinselleştirme ise daha bilinçli, yavaş ve sözel bir süreci ifade eder.


Kişilerarası ilişkilerin ve çevrenin tehlike taşımadığı, daha kucaklayıcı ve güvenli bir bağlanma ortamında, kişiler otomatik zihinselleştirirler. Örneğin çocuğuyla oyun oynayan bir ebeveyn veya partneriyle romantik vakit geçiren bir partner, otomatik ve sezgisel olarak etkileşime girer. Ancak stresli bir durumda, kişinin otomatik zihinselleştirmeden kontrollü zihinselleştirmeye geçebilmesi gerekir. Örneğin çocuğuyla oynarken çocuk ağlamaya başladığında anne bilinçli ve açık bir niyetle çocuğu neyin ağlattığını anlamaya çalışır veya partneriyle vakit geçiren kişi, partnerinin sesinde ya da ruh halinde bir değişiklik fark ettiğinde ve nedenini açıkça sorduğunda kontrollü zihinselleştirme yapmış olur. Bu nedenle boyutun bir ucuna takılıp kalmamak, etkileşime ve bağlama uygun bir şekilde uçlar arasında geçiş yapmak önemlidir (Fonagy ve Bateman, 2019).


Zihinselleştirmenin bir diğer boyutu, benlik ve öteki zihinleştirmesidir. Yani, kişinin hem kendisinin hem de başkalarının deneyimleri altında yatan zihinsel durumları ne ölçüde zihinselleştirebildiğini gösterir. İyi bir ben-başkası zihinleştirmesi, kişinin, benlik ile öteki arasında bir ayrım yapabilmesini gerektirir. Kişi, başkalarının kendisinden farklı bir zihne sahip olduğunu bilmeli ve kendi istek, düşünce, inanç ve duygularıyla kendisinin de bir zihne sahip olduğunu hayal edebilmelidir. Ayrıca bir başkasının zihninde olup bitenleri düşünmek kişinin kendi tepkilerini bir süreliğine ketlemesine, askıya almasına bağlıdır (Fonagy ve Luyten, 2012).


Zihinselleştirmenin bir başka boyutununun içsel ucunda, kişi, içsel deneyimleri (bağlam, durum ve kişi hakkında bilinenler gibi) düşünerek çıkarımlarda bulunur. Dışsal uçta ise kişi, fiziksel göstergelere, yani dışarıdan gözlemlenebilen özelliklere ve eylemlere (örneğin yüz ifadesi, vücut hareketleri) dayalı çıkarımlarda bulunur (Fonagy ve Luyten, 2012). Bu boyut, kişilerin, deneyimlerin hem iç hem de dış bileşenleri üzerine derinlemesine düşünme yeteneğine bağlıdır (Fonagy ve Bateman, 2019). İçsel zihinselleştirme, zihinsel durumlar hakkında daha kontrollü ve yansıtıcı bir şekilde düşünmeyi gerektirirken, dışsal zihinselleştirme, daha az aktif ve kontrollü bir yansıtmayla düşünmeyi gerektirir (Fonagy ve Luyten, 2012).


Bazı kişiler, başkalarının yüz ifadelerine karşı çok duyarlıdır ancak onların zihninden neler geçtiğini ve içsel olarak neler deneyimlediklerini anlamakta zorluk çeker (Fonagy ve Luyten, 2012). Yalnızca dışarıdan zihinselleştirme, bireylerin başkalarının görünür özelliklerine ve eylemlerine karşı savunmasız kalmasına neden olabilir. Başkalarından gelecek davranışsal sinyallere bağımlı aşırı duyarlı bireyler, kendilerine yöneltilmese bile gereksiz yere bu işaretlere odaklanabilirler. Kişilerarası etkileşimlerde zihinsel durumlara ilişkin içsel ve dışsal bilgiler arasında bağlantı kurmak önemlidir, aksi takdirde bu tür bağlantıların kurulamaması sosyal ilişkilerde zorluklara neden olur (Fonagy ve Bateman, 2019).


Ayrıca, zihinselleştirmenin bilişsel ve duygusal zihinselleştirmeyi içeren başka bir boyutu da vardır. Bilişsel zihinselleştirme, kişinin hem kendisinin hem de başkalarının zihinsel durumları hakkında akıl yürütmesini, bu durumları tanımasını ve adlandırmasını içerir. Duygusal zihinselleştirme ise başkalarına empati göstermek ve benlik duygusuna sahip olmak için gerekli olan duyguları, duygulanımları ve zihinsel durumlara eşlik eden hisleri anlamayı içerir (Fonagy ve Bateman, 2019). Böylelikle, kişi, ilişkiselliğe dair bir anlayış geliştirir.


Fonagy ve Bateman (2019) gibi uzmanlar, özellikle erken dönemde yaşanan duygusal ihmalin, bireylerin güçlü zihinselleştirme becerileri geliştirmesini engellediğini ve sonraki travmatik deneyimlerle başa çıkmalarını zorlaştırdığını savunurlar. Travmatik deneyimler, bireylerin uyarılma seviyelerini artırır ve onların, kontrollü zihinselleştirmeden otomatik zihinselleştirmeye geçiş yapmalarına neden olur. Bu durum, tehlike anlarında hayatta kalma avantajı sağlayabilir, ancak kronik ve tekrarlayıcı travmalarda uyum sağlayıcı olmaktan ziyade olumsuz etkilere neden olur.


Ayrıca erken yıllarda istismar ve ihmal deneyimleri, çocukların bilişsel ve duygusal gelişimlerinin buna uygun olmaması nedeniyle sembolize edilemezler. Bu nedenle, travmatik deneyimleri olan kişiler, deneyimlerini hatırlamakta ve söze dökmekte güçlük çekerler (Chu, 1992). Bu kişiler, deneyimlerini,  bütünleşmiş duygu-kendilik-nesne temsillerinden ziyade beden duyumları ve parçalanmış, dağınık görüntülerle, imgelerle hafızaya alırlar. Bu kişiler arasında travma sonrası stres belirtileri oldukça yaygındır. Disosiyasyon, istenmeyen düşünce ve duyguların baskılanması, psikolojik stres ve acıdan kaçınmaya yönelik diğer çabalar, bilgi işlemeyi olumsuz yönde etkiler (Fortier ve diğerleri, 2009; Chu, 1992).


"Partner şiddetinin çocukluk çağı travmatik yaşantıları, psikolojik zihinlilik ve başa çıkma stratejileri ile ilişkisi"ni inceleyen tezim kapsamında, kadınlarla yürüttüğüm araştırma sonuçları, duygusal ihmalin psikolojik zihinlilik ile negatif bir ilişkiye sahip olduğunu göstermiştir. Çocukluk dönemindeki duygusal ihmal, ebeveynlerin çocuğun şefkat, destek ve ilgi gibi temel ihtiyaçlarına duyarsızlığı olarak tanımlanır (Ben-Galim, Louis ve Giardino, 2009). Aslında zihinselleştirme modeli, duygusal ihmalin olmadığı durumlarda çocukta doğal olarak gelişecek kapasiteyi ifade eder ve psikolojik zihinliliği bu kapasitenin bir yansıması olarak görür. Araştırmamda kullandığım çocukluk travmatik yaşantıları ölçeğinin duygusal ihmal alt ölçeğinde, bu tür deneyimlere karşılık gelen maddeler, (örn. Sevildiğimi hissettim, ailem benim için güç ve destek kaynağıydı, benimle ilgilenecek ve güvenliği sağlayacak birisinin olduğunu biliyorum) zihinselleştirme modelinin vurguladığı sevgi ve güvenlik ile ilgilidir. Dolayısıyla bu alt ölçek tarafından değerlendirilen deneyimlerin zihinselleştirme yeteneğinin gelişiminde de önemli olduğu varsayılabilir. Yukarıda belirtilen bilgiler doğrultusunda araştırmamda duygusal ihmalin psikolojik zihinlilikle olumsuz bir ilişkiye sahip olduğunun tespit edilmiş olması oldukça anlamlıdır.


Zihinselleştirme becerilerinin desteklenmesi ve güçlendirilmesi, işlenmemiş duygusal deneyimlerin sembolize edilmesini için elzemdir. Sembolizasyon süreci, insanın iç dünyasındaki karmaşık duyguları, düşünceleri ve deneyimleri semboller aracılığıyla ifade etmesini ve organize etmesini sağlar. Psikanaliz, şey temsilleri ile sözcük temsillerini çalışır. Şey temsilleri, yaşanmış şeylerin duyusal-algısal izidir. Sözcük temsilleri ise düşünce akışının temelini oluşturur ve anne ile erken dönem iletişimden ortaya çıkar. Çocuk, giderek başkalarıyla ve kendisiyle iletişimini sağlama ve düzenleme kabiliyetine ulaşır. Özellikle psikosomatik bellekte, çok erken dönemde yaşanan olaylarla ilişkili nesne ve kendilik temsillerinin kaydedildiği ve unutulmadığı ifade edilir. (Marty, 2012). Bu temsiller genellikle bilinçdışı anı izleri, imgeler ve temsiller şeklinde kalır. Örneğin, travmatik bir olay yaşayan birinin zihninde oluşacak temsiller, acı çeken bir kendilik temsili (mağdur), acımasız bir nesne temsili (fail) ve bu olayda hissedilen duygu olarak (korku, dehşet, çaresizlik) üç unsuru içerir.


Bu yoğun duygularla yüklü temsiller, genellikle sözcük temsillerinden ayrıdır ve şey temsilleri olarak bulunur. Sözcük temsilleri ve nesne-kendilik temsilleri arasındaki bağlantının kopması durumunda, kişinin zihinselleştirme becerisi bozulur (Marty, 2012). Travmatik deneyim sıklığı fazla olan kişiler, travmatik deneyimler üzerinde düşünme fırsatını kaybederler, bu da onların deneyimleri anlamalarını ve sindirmelerini engeller (Luyten ve Bateman, 2019). Asimile edilmemiş veya bütünleştirilmemiş duygusal deneyimler, bireylerin çağrışımlar hakkında anlamlı bağlantılar kurma yeteneğini bozar. Yani, düşüncelerle bağlantılı olmayan bilgi parçaları vardır: Deneyimler, duygular ve düşüncelerde düzensizleşme söz konusudur (Alford, 2018). Ancak, bu temsiller tekrar sözcük temsillerine bağlanırsa iyileşme görülebilir. Freud'un belirttiği gibi, bilinçdışına bastırılan içeriklerin bilinçli hale getirilmesi için bilinç öncesi ara bağlantılarının sağlanması gerekmektedir.


Örneğin, yeni doğan için başlangıçta elle tutulur ve gözle görülür bir nesne olan bir oyuncak bebek, zamanla çocuk için duygusal bir anlam kazanır. Ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde ise bu bebek, mecazi olarak cinselleşmiş bir kadını ifade edebilir. Bireyin bilinç öncesinde kaydedilen bu anlamlar, yaşam boyunca gelişir ve evrilir. Ancak, patolojik durumlar söz konusu olduğunda, sözcük temsilleri bu duygusal, sembolik ve mecazi öğelerin çoğunu kaybederek sadece nesne temsillerine indirgenebilir. Böylece, "bebek" terimi, kişi için yalnızca bir çocuk oyuncağını çağrıştırır ve derin anlamını yitirir (Marty, 2012).


Pierre Marty (2012), psikomatik klinikte, kişiler arasında ve hatta aynı kişinin farklı zamanlardaki deneyimleri arasında, temsillerin miktarı ve niteliği açısından belirgin farklılıklar gözlemlendiğini vurgular. Bazı durumlarda, temsiller hiç mevcut gibi görünmeyebilirken, diğer durumlarda ise nicelikleri azalmış veya nitelikleri farklılaşmış olabilir. Örneğin, bir kelime veya kavram, bir kişi için yalnızca belirli bir çağrışımı tetikleyebilir ve başka bir anlamı çağrıştırmayabilir.


Bu tür düşünme yetenekleri kısıtlanmış kişiler, çoğu zaman yaşamın sunduğu çeşitli dış ve iç uyarıcıları ifade etmek için sınırlı bir dil yeteneğine sahip görünürler. Birikmiş uyarımı kelimeler olmaksızın bedenle ve eylemle ifade etmek (örn.,uyarılmaları tüketen cinsel davranış veya bedensel şiddet yoluyla) dışında başka bir seçenekleri olmadığını hissederler. Bu bağlamda, Marty (2012), temsillerinin miktar ve nitelik açısından nispeten daha sınırlı olduğu, daha kötü bir zihinselleştirilme sürecine sahip olan nevrozlu bireylere işaret eder. Bu grup içinde, ön bilinç yetersizliğinin yanı sıra, ön bilinç düzensizliğinden muzdarip bireyler de bulunabilir.


Bion'un anne-çocuk ilişkisine kavramsal bir modelle yaklaşımı (1962), deneyimlerin nasıl işlendiğine ve bu deneyimlerle ruhsal olarak nasıl baş edildiğine odaklanır. Modelde, beta elementler, deneyimlenmemiş, ilkel ve somut düşünceleri ifade eder. Bunlar, dürtüsel ve duyusal, duygulanımsal yönü ağır basan, bilişsel olarak işlenmemiş deneyimlerdir. Alfa elementler ise bir kapsanan tarafından işlenebilmiş düşüncelerdir. Bu düşünceler, alfa işlevi sayesinde düşünülebilir, işlenebilir ve hafızada depolanabilir hale getirilir. Bion, “düşünmek için iki kişiye ihtiyaç vardır” der. Psikanalitik psikoterapide, terapist, alfa işlevini üstlenir ve hastanın ham halde olan duyusal-algısal deneyimlerini işlemesine; bunları eylemle veya bedenle değil kelimelerle ifade etmesine destek olur. Hasta giderek anılarını hatırlar ve bunlara farklı duygusal anlamlar vererek kişisel hikayesindeki boşlukları doldurmaya başlar. Giderek rüya görme ve düşlemleme becerisi edinen hasta, yaşadıklarını sembolikleştirmeye ve duygularını daha iyi regüle edebilmeye başlar.



Referanslar:


Alford, B. A. (2018). Affect, attachment, memory: Contributions toward psychodynamic psychotherapy. Routledge.


Ben-Galim, D., Louis, M., & Giardino, A. (2009). The emotional maltreatment of children. Pediatric Annals, 38(5), 300-305.


Bion, W. R. (1962). Learning from Experience. London: Tavistock Publications.


Chu, J. A. (1992). The revictimization of adult women with histories of childhood abuse. Journal of Psychotherapy Practice and Research, 1(3), 259-269.


Fonagy, P., & Bateman, A. (2019). Mentalizing and the changing aims of psychoanalysis. Psychoanalytic Inquiry, 39(2), 81-97.


Fonagy, P., & Luyten, P. (2012). A developmental, mentalization-based approach to the understanding and treatment of borderline personality disorder. Development and Psychopathology, 24(4), 1321-1333.


Fortier, M. A., DiLillo, D., & Messman-Moore, T. L. (2009). Child sexual abuse. Journal of Child Sexual Abuse, 18(3), 303-317.


Marty, P. (2012). Zihinselleştirme ve psikosomatik. Yavuz Sever AE (Çev.). İstanbul: Bağlam Yayınları, 31, 7-47.


Luyten, P., & Bateman, A. (2019). Treating personality dysfunction. In Handbook of Psychodynamic Approaches to Psychopathology (pp. 315-328). Routledge.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page