top of page

Ölüm ve kayıp: İnkar ediyorum, öyleyse varsın

Güncelleme tarihi: 19 Tem 2024

'Depresyonum bana kaybetmeyi bilmediğimi gösterir.

Kayıp için geçerli bir ödün bulamamış olabilir miyim?'


Kieslowski’nin ‘Üç Renk’ üçlemesinden ilki olan Mavi filminde kayıp sonrası tutulamayan, tutulmak istenmeyen yas, Julie üzerinden sahnelenir. Julie, bir trafik kazasında eşini ve kızını kaybeder. Aynı arabada kendisi de vardır ancak kendisi hayatta kalmayı başarır. Peki ani ve sarsıcı bir kazada hem eşini hem de çocuğunu kaybeden bir anne için hayatta kalmak hayatı yaşamaya devam etmek için yeterli midir?


Julie kaza sonrası hastanede yatar ve hastanedeyken intihar etmeye çalışır ancak yapamaz. Yasın patolojik görüngüsünde hayatta kalan, ölen ile birlikte ölmek ister, hayatta kalmanın yükünü taşımak istemez, kaybedilenlerin bırakacağı boşluk kişiye derin bir acı ve keder duygusu yaşatır. Hastane çıkışı sonrası ise Julie’da şaşırtan derecede bir durgunluk var gibidir. Ancak bu durgunluk bir süre sonra kendisini harekete bırakır ve Julie ilk iş olarak ailesiyle yaşadığı evi boşaltmaya ve başka bir yere taşınmaya karar verir. Julie’nın içinde bulunduğu durumu evin bir görevlisi kelimelere döker. Görevli ağlarken Julie'nın ‘Neden ağlıyorsun?’ sorusuna ‘Çünkü siz ağlamıyorsunuz’ der. Julie ağlamıyordur ve ağlamamak için direniyordur. Eşinin ve kızının ölümünden duygusal olarak hiç etkilenmemiş gibi davranıyor ve sanki onların ölümünü inkar eder gibi görünüyordur.


Julie, yeni eve geçmeden önce bir gecesini bu eski evde geçirir ve şöminenin içerisine çeşitli eşyaları atarken çantasında kızının şekerini bulur ve yoğun bir öfke ve de saldırganlıkla bu şekeri yer. Sanki yediği şeker değil de kızıdır. Freud, kaybedilen kişinin içselleştirildiğine, hayatta kalanın kaybedilen ile özdeşleştiğine vurgu yapmıştır. Karl Abraham ise bu içselleştirmenin oral-kanibalistik özelliğine dikkat çekmiş ve kişilerin ağız yoluyla kaybedilen kişiyi içlerine aldıklarını ifade etmiştir: Kişi, kaybedilen kişiyi yiyerek içine alır, onu resmen yutar. Bu şekilde kaybı inkar eder, onu içine hapseder. Julie’da sanki sezilen böyle bir şeydir, kızının şekerini yiyerek kızını içine alır.


Julie evdeki bütün eşyaları çıkardıktan sonra yeni evine götürmek üzere yanına sadece mavi renkte olan bir avizeyi alır. Bu avizeyi evinin salonuna yerleştirir ve komşusu bir gün gelip de avizeye dokunduğunda ciddi bir rahatsızlık hisseder. Vamık Volkan, kaybedilen kişiyle bağın sürmesini sağlayan bağlantı nesnelerinden bahseder. Sanki Julie'nın komşusu avizeye değil de o avizenin temsil ettiği bir şeylere, birilerine dokunmuştur.


Filmin geri kalan sahnelerinde Julie’nın donukluğu ve duyarsızlığı göze çarpar. Sanki ailesinin ölümü gerçekleşmemiş gibi kedersiz ve duygusuzdur. Psikanalist Helene Deutsch annesini kaybeden ancak onun ölümüne dair düşüncelerini inkar eden bir hastasında gözlemlediği donukluktan ve keder yokluğundan söz eder. Sanki Julie’da da ortaya çıkan budur: Kederin yokluğu, donukluk ve duyarsızlık. Ancak Julie her ne kadar kayıplarını inkar etse de ve o kayıpları hatırlatan anılardan mümkün olduğunca kaçsa da bir yerlerde bir şeyler ona bir şeyleri anımsatır. Başka birisinin zorlamalarıyla yarım kalmış, tamamlanmamış bir konçertoyu tamamlamak üzere harekete geçer. Filmin sonunda kaybettiklerinin yasını tutmak istemeyen, tutamayan, gözyaşlarını akıtmamak için direnen Julie konçertoyu tamamlar, gözlerinden yaşlar süzülür ve böylelikle Julie için yas süreci başlar.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page