top of page

İstismar eden ebeveynler, istismar eden yöneticiler...

Güncelleme tarihi: 27 Nis 2021

Anne ve baba tarafından (veya bir başka bakım veren yetişkin) çocuğun duyguları, düşünceleri görülmediğinde, ihtiyaçları karşılanmadığında, talepleri karşılıksız bırakıldığında, yani çocuğun zihni, dünyası tanınmadığında travmatik etki başlar (1,2). Travma, anne ve baba kendi zihnini çocuğa dayattığında, onun acı verici duygularını kapsamadığında, haykırışlarını, sessizliklerindeki çığlığı duymadığında ortaya çıkar. Anne ve baba, kendi patolojileri nedeniyle çocuğun zihnini, içsel dünyasını zehirlediğinde ve kendi yıkıcı eylemlerinin etkisini asla kabul etmediğinde çocuk dayanılması imkansız bir acı yaşar. Bu acıyı, ızdırabı hissedebilecek kimse olmadığında kaderine terk edilmiş hisseder (1). Kimsesizlik, ıssızlık, çaresizlik, korku, dehşet, kafa karışıklığı ortaya çıkar.


Bizler için Türkiye’nin uzunca süredir içinde bulunduğu durum da çocuğun yaşadığı deneyime benzerlik gösteriyor, bana kalırsa. Belirsiz ve tekinsiz bir ortam, diken üstü bir vaziyette her an ne olacağını bilememek, ihtiyaçların karşılanmaması, zorlayıcı deneyimlerin (işsizlik, geçim sıkıntısı, eğitimdeki aksaklıklar vb.) inkar edilmesi, taleplerin karşılıksız kalması, sesin bastırılması, çaresizlik, korku, panik, umutsuzluk, dağılma korkusu… Sanki isimsiz, adlandırılamayan bir dehşet (3) içerisindeyiz. Bir şeyler yaşanıyor, ancak bu yaşanılanlar inkar ediliyor ve onaylanmıyor. Hayır, iş var ama onlar beğenmiyor veya açlık yok, ekonomimiz çok iyi deniliyor mesela. İnsanların acı verici duygusal deneyimleri kapsanmıyor. Yöneticiler kendi patolojileri nedeniyle toplumdaki bireyleri istismar ve ihmal ediyor, tıpkı anne ve babanın o küçük çocuğa yaptığı gibi kendi zihnini dayatıyor.


İstismar ve/veya ihmal edici anne ve babalar, çocuğun yaşadıklarının gerçekliğini inkar etmekle kalmaz, yaşadığı deneyimler için onu suçlar, onu kötüler. Onun iyiliği için bir şeyleri yaptığını öne sürer (1). Çocuğun bir yandan deneyimlediği, tanık olduğu bir deneyim vardır, bir yandan da bunları inkar eden, hayır öyle değil diyen yetişkinler vardır. Bu durumda çocuk ne yapabilir? Bazı mekanizmalar geliştirir ve bu mekanizmaların sonucunda kendini suçlamaya, kendini kötü görmeye, kendisinden utanmaya, gördüklerine-duyduklarına güvenmemeye, sürekli bir şüphe ve kafa karışıklığı yaşamaya başlar (4). Travma nedir? Parçalanmış deneyimler ve duygulardır, zihnin artık yaşananları anlamakta yetersiz kalmasıdır, ruhsallığın iflasa yaklaşmasıdır. Şuan ülkedeki yöneticiler de kendi vatandaşlarının bu zor deneyimlerini görmezden geliyor, haklı taleplerini duymuyor, bir de üstüne onları suçluyor, yargılıyor. En küçük bir ses çıkarmada davalar açıyor, cezalar veriyor. Travmatize olmakta olan halkını daha da travmatize ediyor. Bazı insanlar ise bir takım karmaşık psikolojik nedenlerle bu suçlamaları alıyor ve kendisini, çevresindekileri suçlu görmeye, devleti ise masum, vatandaşlarının iyiliğini isteyen, sırf bunun için bir şeyler yapan (Sözüm ona kadınların ve ailenin iyiliği için İstanbul sözleşmesinin kaldırılması) bir ebeveyn gibi algılıyor.


Haklarımız elimizden alınıyor, onları kaybediyoruz. Adil bir dünya inanışımız sarsılmış durumda. Kanunlara uyan, adalet anlayışı olan bir ülkeyi kaybetmiş durumdayız. Zihnimiz tanınmıyor (2). Bilinmek, görülmek, duyulmak istenmediğimizi derinden hissediyoruz. Güvenlik ve huzur hissini kaybettik. Bu bir yandan bir kayıp süreci de. Hem travmanın metabolize edilmesi için hem de bu kayıpların ruhsallığımızda işlenebilmesi için başka birisinin zihnine ihtiyaç olur. Bu nedenle, birbirimize destek olarak, karşılıklı anlayış ve şefkat içeresinde birbirimizin acı verici zor deneyimlerine tanıklık ederek , onlara zihnimizde yer vererek, sindirilmesi zor yaşantılara birlikte bir anlam vererek o parçalanmışlığı toparlamak, isimsiz dehşeti adlandırmak mümkün olabilir.


Yazar Aslı Erdoğan'ın röportajından bir kesit (5), son zamanlarda ihtiyaç duyulan umuda temas edebilir: 'Avluda benim koğuşumdaki kadın mahkûmlar çiçek yetiştirmişler. Yıllarca uğraşmışlar bunu başarabilmek için. Küçük ağaçları büyütmüşler. OHAL’den sonra çiçek yetiştirmek yasaklanıyor. Paldır küldür bir baskın! Gardiyanlar o yıllarca emek verdikleri çiçekleri söktüler, cezaevinin dış avlusuna atıp, ölüme terk ettiler. Nasıl bir matem havası anlatamam. Ama kızlardan biri, çiçeğini tuvalete sakladı, aklınca kurtardı. Bir sonraki aramada, o da gitti! Sonra içimizden biri, bir tohum buldu bir yerlerden, ama toprak yok. İnanır mısın önce toprak yaptık. Akıl alacak bir şey değil ama yaptık. Toprak yapma süreci de haftalarca sürüyor. Her gün demlenmiş çay içiliyor ya, o çaylar gazeteye seriliyor, güneşte kurutuluyor. Çayın içine yumurta kabuğu kırılıyor ki, azot, toprağı beslesin, o da bitkiyi. Sonra çiçek ekildi. Derken minik minik uç verdi. Biraz da çirkin bir bitkiydi. Ama olsun, gözümüz gibi bakıyorduk. Her aramada, saklanıyordu filan. 20 kadının emeğiyle uç vermişti.'


Bir arada, birbirimizle bir dayanışma içerisinde yaşamı ve anlamı tekrar yaratabilir; güç ve umut elde edebiliriz.



Kaynakça:

1. Frankel, J. (2002). Exploring Ferenczi's concept of identification with the aggressor: Its role in trauma, everyday life, and the therapeutic relationship. Psychoanalytic Dialogues, 12(1), 101-139.

2. Benjamin, J. (2004). Beyond doer and done to: An intersubjective view of thirdness. The Psychoanalytic Quarterly, 73(1), 5-46.

3. Bion, W. (1962). Learning from experience. London: Heineman; New York: Basic Books

4. Slavin, J. H., & Pollock, L. (1997). The poisoning of desire: The destruction of agency and the recovery of psychic integrity in sexual abuse. Contemporary Psychoanalysis, 33(4), 573-593.

5. Aslı Erdoğan’ın cezaevindeki 136 günü: https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ayse-arman/asli-erdoganin-cezaevindeki-136-gunu-40329758

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page