Aynada gördüğüm ben miyim?
- Dilek Akbaş
- 20 Eki 2021
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 Eki 2021
“Dünyadaki var olan bütün aynalara birer birer baktım, hiçbiri beni yansıtmadı.”
Jorge Luis Borges
Ayna ile sürekli meşgul olanlardan mısınız yoksa aynaya küsüp ondan uzak durmak isteyenlerden mi? Belki de aynaya baktığınızda olumlu hislerle dolanlardansınız… Aynalara bakarken zaman içerisinde değişen, değişmekte olan bedenimizi, yüzümüzü görürüz ancak zamanın ötesinde ötekilerin bizim üzerimizdeki yansımalarını, izlerini görmekte zorlanırız.
Doğum ile beraber hayata gözlerimizi açtığımızda ötekinin bakışı ve sesi ile karşılaşırız. Bebek gözlemleri üzerine yapılan çalışmalar gösteriyor ki daha ilk anlardan itibaren ötekiler, bebeğin ilgisini çeken varlıklar. Ötekinin yüzü ve sesi bebek için en dikkat çekici uyaranlar oluyor (1). Ötekilerle süregiden bir etkileşim içerisinde bebek kendisine yöneltilen bakışlar ve sesler aracılığıyla kendi varlığını deneyimlemeye başlıyor ve kendiliğini inşa etmeye başlıyor. Bebeğin en çok etkileşim ve temas içerisinde olduğu kişi anne (bakım veren kimse) oluyor. Winnicott (2), annenin ayna işlevinden söz ederek annenin bebeğin deneyimlerini, jest ve mimiklerini ona geri yansıtan bir ayna gibi olduğunu söyler. Bebek, annesinin yüzüne baktığında kendisini görür; onun bakışlarından kendisine yansıyanla varlığını deneyimler. Dolayısıyla annenin bebeği nasıl gördüğü, gördüğünü kendi öznelliğinde nasıl yorumladığı ve bu yorumu da bakışıyla, sesiyle, sözleriyle bebeğe nasıl yansıttığı merkezi bir yerde konumlanıyor.
Annenin bakışıyla, sözleriyle başlayan süreç diğer ötekilerin de devreye girmesiyle karmaşıklaşır. Kişi aynaya baktığında aynadan yansıyan imgesi, ötekinin sözlerinden ve bakışından geçerek ona ulaşır; kendisini onların gözünden görür.
Dışarıya nasıl görüldüğümüz her zaman merak edilen ve düşünülen bir şeyken, gelişimin doğal seyrinde özellikle ergenlik döneminde bu düşünceler yoğunluk kazanır. Ergenin ayna karşısında geçirdiği zaman artar ve ergen, bedeniyle meşgul olmaya başlar. Beni nasıl görüyorlar, dışarıdan böyle mi görülüyorum, bana gözlerin ne kadar küçük dediler; gerçekten öyle mi, sanki burnum biraz büyük gibi çeşitli düşünceler zihinde dolanıp durur. Başlangıçta anne, ayna işlevini yerine getiremediğinde bebeğe kendi imgesini yeterince iyi yansıtamadığında bebek, kendi hislerine ve bedenine yabancılaşır. Sonraki yıllarda başkalarının onu nasıl gördüğü, onun hakkında ne düşündüğü ile takıntılı bir şekilde meşgul olmaya başlar (3). Ergenlikte başlayan bedenle ilgili meşguliyet sonraki yıllara da taşınır. Kişi, bedenini olduğu gibi kabullenmekte zorlanır. Bedenine dair algısı başkalarından gelen geri bildirimlerle hızlıca değişir ve kendi dış görünüşünü gerçek dışı değerlendirmeye eğilimli olabilir.
Erken yıllardan itibaren kişiye söylenmiş sözler, kendisine yönelik bakışlar derinlerde izler bırakır. Örneğin çocukluğunda beğenilmeyen, kilolu bir çocuğu düşünelim. Bu çocuk hem annenin olumlu bakışlarından ve sözlerinden eksik kaldığında hem de sonraki yıllarda birçok farklı kişiden olumsuz bakışlara ve sözlere maruz kaldığında ne kadar zayıflasa da bir türlü kendini beğenmez ve aynaya baktığında ötekilerin yaralayıcı sözleri, bakışları gördüğü yansımaya karışır. Olumsuz ve çarpık beden algısı ise yeme bozukluğu, beden dismorfik bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklara kapı aralayabilir.
Kapsayıcı, sevgi ve şefkat dolu bakışlara ve sözlere olan ihtiyaç hayatın her alanında ortaya çıkar ancak kişi bunları içe almakta zorlanır. İltifatlar karşısında ne diyeceğini bilemez veya bu iltifatları reddeden, dışlayan söylemlerle karşılık verir; aynadaki yansımasına olumsuz hislerle yaklaşır. O güzel, olumlu bakışlar ve sözler içselleştirilmiş olumsuz, reddedici bakışlarla ve sözlerle çatışır. Ancak uzun süreli bir terapide kişi, bu geçmiş deneyimleri-anıları üzerine çalışarak başkalarının kendisi üzerindeki yansımalarını, izlerini fark edebilir; kendi imgesini onların sözlerinden ve bakışlarından ayrıştırarak daha gerçekçi bir yerden kendisini görmeye başlayabilir. Terapist, erken dönemde sekteye uğrayan ayna işlevini sergileyerek kişinin, bu işlevi içselleştirmesine alan açabilir.
Kaynakça:
1.Mitchell, S. A. (2009). Psikanalizde İlişkisel Kavramlar & Bir Bütünleşme. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
2.Winnicott, D. W. (2007). Oyun ve Gerçeklik. Metis Yayınları
3.Jaeger, P. (2011). Bana olan davranışınız sözcüklerden daha fazla önem taşır. Psikanaliz Yazıları, Baharlık Kitap Dizisi 23.
Yorumlar