Adam Phillips ile röportaj: Kurgusal olmayan yazı sanatı no. 7
- Dilek Akbaş
- 11 Şub 2024
- 19 dakikada okunur
Paul Holdengräber'in röportajı
The Paris Review'dan alıntılanmıştır.
Adam Phillips, 1954 yılında Galler'in Cardiff şehrinde doğmuş bir İngiliz psikoterapist ve yazardır. Oxford'da İngiliz edebiyatı okuyan Phillips, daha sonra çocuk psikoterapisi alanında eğitim alarak kariyerine devam etmiştir. Özellikle D.W. Winnicott'un çalışmaları üzerinde yoğunlaşan Phillips, psikanaliz, edebiyat ve kültür üzerine derinlemesine yazılar kaleme almıştır.
Phillips, çalışmalarında sıklıkla insanın iç dünyasındaki karmaşıklıkları ve ilişkileri inceler. Yirmiden fazla kitabın yazarı olan Phillips'in eserleri arasında "Winnicott," "On Kissing, Tickling, and Being Bored," ve "Monogamy" gibi önemli başlıklar bulunmaktadır. Ayrıca, Freud'un eserlerinin yeni çevirilerinin genel editörlüğünü de yapmaktadır.
Hem halka açık konuşmaları hem de özel terapi oturumlarıyla tanınan Phillips, psikanalist kimliğini ve edebi yönünü birleştirerek derinlemesine, özgün bakış açıları sunmaktadır.
Paul Holdengräber’in Philips ile yaptığı röportajın bir kısmını çevirmek, onun değerli ifadelerini ve görüşlerini paylaşmak açısından gerekli göründü.
Holdengräber’e göre, kamuya açık ve özel konuşmaları sırasında Phillips, paragraflarca konuşmuş ancak duraksamaktan veya konunun dışına çıkmaktan çekinmemiştir.
GÖRÜŞMECİ
Psikanalist olmayı nasıl seçtiniz?
Philips
On yedi yaşımdayken Carl Jung'un Anılar, Düşler, Düşünceler kitabını okudum ve bunun ilginç, heyecan verici bir hayat olduğunu düşündüm. Sonra D.W.'yi okudum. Winnicott'un Oyun ve Gerçeklik kitabı çıktığında, kitaba karşı muazzam bir yakınlık hissetmiştim. Bu konuda ne düşündüğümü tam olarak bilmiyorum - tam olarak hatırlamıyorum - ama bunu tamamen anladığımı hissettim ve o zaman çocuk psikoterapisti olmak istediğimi biliyordum. Bu bilmenin neyle ilgili bir bilme olduğunu bilmiyorum. Bu bir vahiy değildi, bir kanaatti. Kitabı okudum ve ne yapmak istediğimi biliyordum artık. Beni topladı.
Sonra bana bildiğim Yahudi aile yaşamının bir versiyonu gibi gelen Freud'u okudum. Burada bana çok tanıdık gelen bir ses vardı; annemle babamın psikanalizden hiç söz ettiği söylenemezdi. Ama seste tanıdık bir şeyler vardı. Bu da aradaki farkı kapattı.
......................
GÖRÜŞMECİ
İlk kitabınız Winnicott üzerine bir çalışmaydı. Bu nasıl ortaya çıktı?
Philips
Christopher Bollas, Frank Kermode'a yazıp bunu teklif etmemi önerdi. Frank, Fontana Modern Masters serisinin editörüydü. O zamanlar İngiltere'de çok prestijli bir diziydi. Winnicott hakkında bir kitap yazma fikri bana çok şaşırtıcı geldi. Frank Kermode'a yazma fikri de öyle oldu. Okulda benim kahramanımdı. Neyse, başardım.
GÖRÜŞMECİ
Ne yazdınız?
Philips
"Sevgili Frank Kermode, Winnicott seriniz için size olası bir kitabın özetini göndermem önerildi. İlgilenir miydiniz?" Ve ona yazdığım ilk şey olan "Gıdıklama Üzerine" adlı denememi gönderdim. İki buçuk sayfa uzunluğundaydı. O da bana şöyle bir mektup gönderdi: “Sevgili Bay Phillips, kimse yaşlı adamları gıdıklamak istemez. Yazınız, bana bunu ne kadar özlediğimi hatırlatıyor. Akşam yemeği yiyebilir miyiz?” Akşam yemeği yedik. Çok iyiyiz. Bu kitabı yazarsan çok sevinirim dedi. Ve her şey böyle başladı.
Tabii ki nasıl kitap yazacağımı bilmiyordum. Hiçbir zaman yazar olma isteğim olmadı. Okuyucu olmak istiyordum. Ben de düşündüm ki, yaptığınız şey, tüm araştırmayı yapmak -ki ben de öyle yaptım- ve sonra bir ay izin alıp kitabı yazarsınız. Bu yüzden işten bir ay izin aldım ve kelimenin tam anlamıyla üç buçuk hafta boyunca hiçbir şey yapmadım. Oturup kahve içtim, gazete okudum. Bunu yapamadım. Gerçekten çok kötüydü. Ve bu tam olarak yazarların yazmak hakkında konuşma tarzına benziyordu; bu, gerçekten bir şeyler yapmak istediğim, söyleyecek çok şeyim olduğu ve bir boşlukta olduğum hissiydi. Sanki içimde hiçbir şey yokmuş gibi, başımın üzerinde duramadığım gibi tek bir cümle bile yazamıyordum. Kesinlikle imkansızdı. Hiçbir irade, hiçbir kararlılık, arkadaşlarımla yaptığım hiçbir konuşma bunu gerçekleştirmedi. Ama sanki bir noktada bir şey beni kelimenin tam anlamıyla daktiloya götürdü, ve yazmaya başladım. Hiç durmadı. Üzerimde bir etki yarattı. Ve bunu yapmak bana inanılmaz bir zevk verdi.
O zamandan beri her zaman bunun bir versiyonu oldu. Birisi benden ders vermemi istediğinde, telefonu bıraktığım anda dersi ne hakkında yapacağımı biliyorum. Birisi sende bir şey görene kadar sende hiçbir şey yok. Sanki birisinin benden talepte bulunmasıyla kristalleşen bazı gizli meşguliyetlerim var gibi. Bazen de elbette bu, bir talep değildir. Aklıma bazı şeyler gelir sadece.
GÖRÜŞMECİ
Edebiyata ve Winnicott'a olan ilginin el ele gitmesi doğal görünüyor. Winnicott, “Yalnız Olma Kapasitesi Üzerine” adlı makalesinde çocuğun amacının annesinin yanında yalnız kalmak olduğunu yazıyor. Uzun zamandır bu bana okumanın en iyi tanımı gibi göründü.
Philips
Bu fikir Winnicott'un en radikal fikirlerinden biriydi çünkü onun söylediği şey, yalnızlığın, kuralları aşma isteğinden önce geldiğiydi. Birisinin taleplerinden etkilenmeden ve sizin ondan bir talepte bulunmanıza ihtiyaç duymadan, birisinin huzurunda olmanın erken deneyiminde son derece önemli bir şey var. Ve bu, içsel olarak kişinin içine çekilebileceği bir alan yaratır. Kendini kaptırmak için kişinin kendini yeterince güvende hissetmesi gerekir, sanki bir kalkan varmış ya da seni tehlikelere karşı koruyan biri varmış gibi, öyle ki "kendini unutabilirsin" ve kendini bir kitaba kaptırabilirsin. Veya çocuk için bu, bir oyunda olur. Okumanın öncüllerinden biri olsa gerek. Bence Winnicott'a göre, ilişkide başka bir şeye kapılmakta özgür olmanız, iyi bir ilişkinin tanımı olacaktır.
GÖRÜŞMECİ
Promises, Promises'ın önsözünde şöyle yazıyorsunuz: "Önermek istediğim psikanaliz versiyonu... kendini bilmekten, titiz düşünmeden veya varlığın derinliklerinden çok mutluluk ve ilhama (ve çeşitli şeylere) adanmıştır... Psikanalizin daha fazla anlaşılması güç ya da duygusal soyutlamalara, yeni paradigmalara ya da radikal revizyonlara ihtiyacı yok; sadece daha fazla güzel cümleye ihtiyacı var.” Ne demek istediniz?
Philips
Psikanalize başladığımda -İngiliz psikanalizinde- bu, çok ciddi ve duygusal bir meslek olarak görülüyordu. Yaşama karşı bir tür valley-of-tears tavrı, yani yaşamın zorluklar, acılar ve ıstırapla dolu olduğunu, gerçekten derin insanların çoğunlukla intihara meyilli olduğunu ve aşkın nefretten daha güçlü olduğuna inanmanın gerçekten bir mücadele olduğunu yansıtan yaslı/hüzünlü bir bakış vardı.
Neyse ki analistim de dahil olmak üzere elbette dikkate değer istisnalar vardı. Ancak eğitimim sırasında, seksi gerçekten sevdiğini hissettiren bir analistle neredeyse hiç karşılaşmadım. Dolayısıyla psikanalist olmak için eğitim gören nispeten mutlu bir insan olmak çok zordu. O zamanlar yirmi üç yaşındaydım ve bir şekilde "mutlu" olmam bana bir tür yüzeysellik gibi geliyordu. Her zaman mutlu olduğumu söylemiyorum ama çoğunlukla moralim iyiydi. Elbette şimdi anlıyorum ki, psikanaliz dünyasının bu kadar acımasız olmasının nedeni psikanalizin sahiplerinin hepsinin orta yaşlı ve yaşlı olmasıydı.
Ayrıca, psikanalize ilgi duyan herkesin başka birçok şeye de ilgi duyacağını varsayıyordum, ancak Britanya'daki pek çok psikanalist entelektüel karşıtıydı. Freud'un pek çok yazardan biri olduğunu varsayıyordum, halbuki İngiliz psikanalizinin yerleşik yapısı tarafından çağdaş hayata dair bir tür üstün kurgu sunan biri olarak görülüyordu. Yani en dehşet verici şeylerden biri, çok zayıf olan çağdaş psikanalizi okumaktı. Wilfred Bion, Winnicott ve Marion Milner gibi bazı dikkate değer istisnalar vardı. Onlar yazarlardı. Bana göre Freud özgün bir yazardı.
GÖRÜŞMECİ
Şöyle demiştiniz: "Psikanalizi şiir olarak okuyorum, bu yüzden onun doğru olup olmadığı, hatta yararlı olup olmadığı konusunda endişelenmeme gerek yok, ama dokunaklı, merak uyandırıcı, ya da eğlenceli mi olduğu konusunda endişelenebilirim- yardım edemediğim ama ilgi duyduğum bir şey olup olmadığı konusunda.
Philips
Evet, psikanalitik yazıların bilgilendirici olmaktan ziyade çağrıştırıcı olmasıyla ilgileniyordum. O dönemde mesleki literatür, sanki psikanalizin nasıl uygulanacağı ya da genel anlamda insanların ne demek istediği konusunda sizi bilgilendiriyormuş gibi yazılıyordu. Bu şekilde okuyamadım. Kısmen huyumdan, kısmen de edebiyat eğitimi almış olmamdan dolayı. Benim için Freud o zamanlar bilim tarihi ya da nöroloji tarihi açısından değil, edebiyat tarihi açısından anlamlıydı. Psikanalizi okumadan önce Tristram Shandy'yi okuyacak kadar şanslıydım.
Psikanalizi bir bilim yerine bir sanat olarak düşünmenin bir avantajı, ilerlemeye inanmak zorunda olmamanızdır. Eğitim aldığım gelenek, psikanalize bir bilim olarak, insanları anlamada ilerleme kaydeden bir şey olarak bağlıydı. Sanki psikanaliz, sürekli geliştirdiğimiz bir teknikmiş gibi. Bu bana Freud'un, çatışmanın ebedi olduğu ve üzerinde uzlaşılan bir hakikat üzerinde herhangi bir Aydınlanma yakınlaşmasının olamayacağı yönündeki varsayımlarından en azından biriyle çelişkili görünüyordu. Ancak disiplin, sanki insan doğası hakkında giderek daha fazla keşif yapacakmışız gibi, sanki tedavinin olmadığı ancak kendimizle yaşamanın farklı yollarına ve bu sözde benliklerin farklı tanımlarına ihtiyacımız olduğu noktasından başlayan psikanaliz -ki bana daha ilginç gelen bu fikirden ziyade- giderek daha verimli hala gelecekmiş gibi uygulandı. Psikanalitik tedavinin en güzel yanı, alışılagelmiş çalışma anlamında işe yaramıyor olmasıdır. Bunu, insanın acılarına değindiği gerçeğinden kaçınmak için söylemiyorum. Demek istediğim, insanların çektiği pek çok acının basitçe kontrol edilemez olduğu, karakterin kontrol edilemez olduğu yönünde bir algının olduğu kabul ediliyor. İnsanlar değişir ama gerçekten de sınırlar vardır. Psikanalitik tedavide keşfedeceğiniz şeylerden biri, kendinizde veya hayatınızda değiştirebileceğiniz şeylerin sınırlarıdır. Çok uzun zamandır çocuğuz.
GÖRÜŞMECİ
Peki amaç ne?
Philips
Önemli olan şu ki, bu, başka biriyle özgürce konuşursanız hayatınızın nasıl olabileceğine dair bir deneydir; konuşun ve o kişinin, özgürce düşünmeyi ve konuşmayı nasıl durdurabileceğinizi size göstermesine izin verin. Bununla semptomları değiştirmediğini kastetmiyorum. Öyle olmadığını kendi tecrübelerimden biliyorum. Ama bence bu konudaki en ilginç şey, öngörülemezliği. Buzdolabı satın alırsanız garanti altına alacağınız bazı şeyler olur. Eğer bir psikanaliz satın alırsanız, bu olmaz. Bu, gerçek bir risktir ve meselenin amacı da budur. Hastalar bir sıkıntıları olduğu için gelirler ve acıların hafifletilmesini isterler. İdeal olarak, analiz sürecinde, acılarının hafifletildiğini veya yeniden düzenlendiğini görebilirler, ancak aynı zamanda acılarının hafifletilmesinden daha önemli başka bir şeylerin de olduğunu keşfedebilirler.
GÖRÜŞMECİ
Bir hasta muayenehanenizden daha iyi hissederek ayrıldığında bir şekilde başarısız olduğunuzu hissediyor musunuz?
Philips
Hayır. İlişkiler bizi daha iyi hissettirmeli. Başka neden rahatsız olsun ki? Ancak daha iyi hissetmenin farklı yolları vardır. Ve projenin insanları daha iyi hissettirmek olduğunu düşünmüyorum. İnsanların kendilerini daha kötü hissetmelerini sağlamak da değil. Onlara bir şey hissettirmekten ziyade onların ne hissettiklerini görmelerine izin vermek. Ve sonra bu yeniden tanımlamanın neleri değiştirebileceğini.
GÖRÜŞMECİ
Ve bu bir konuşma yoluyla mı yapılıyor?
Philips
Bu konuşma yoluyla yapılır, ancak aynı zamanda analistin kim olduğu aracılığıyla da yapılır. Başka bir deyişle, tekrarlanabilir bir teknik değil. Bu anlamda kesinlikle bilimsel değil çünkü iki kişi arasında çoğunlukla bilinçsizce olup bitenlerle ilgili bir şey. Bir analist, konuşmaya istekli olduğunuz ve sizi dinleme arzusu duyan biri olmalıdır. Terimlerle çelişkili olan profesyonel bir arzu değil. Analistler, - ebeveynler, öğretmenler, doktorlar ve politikacıların aksine- hasta adına konuşmayan, birisi adına konuşmayan kişilerdir.
GÖRÜŞMECİ
İştah, psikanalizden bahsederken sıklıkla ortaya çıkan bir kelimedir.
Philips
Analiz birbirine bağlı iki şeyi yapmalıdır. İştahın düzelmesi ve kendini tanımama ihtiyacı ile ilgili olmalı. Ve bu iki şey—
GÖRÜŞMECİ
Kendini tanımama ihtiyacı?
Philips
Kendini bilmeme ihtiyacı. Semptomlar kendini tanımanın biçimleridir. Agorafobiğim, utangaç biriyim, her ne olursa olsun diye düşündüğünüzde, bunlar, kendini tanımanın biçimleridir. Psikanalizin en iyi yaptığı şey, sizi öz bilginizden kurtarmaktır. Ve kendinizi bu tutarlı, anlatısal yolla tanıma arzunuzdan kurtarmak. Tanınmamanıza izin verirseniz iştahınızı geri kazanabilirsiniz. Çünkü kendini tanımanın amacı, iştahla ilgili kaygıları kontrol altına almaktır. İnsanın hayatını yaşanmaya değer kılan şeyleri ve hayatı gerçekten yaşamaya değer kılan şeylerin olup olmadığını bilmek değerlidir.
Meslek hayatımın çoğunda çocuk psikoterapistiydim. Çocuklarda ilginç olan şeylerden biri de iştahlarının fazla olmasıdır. Ne kadar iştahları var ama aynı zamanda iştahları konusunda ne kadar çelişkili olabiliyorlar. Küçük çocuğu olan, çocuk sahibi olan veya bir zamanlar küçük çocuk olan herkes, çocukların yiyecek konusunda inanılmaz derecede seçici olduklarını hatırlayacaktır. Belli bir şekilde sadece portakal kabuğu soyulacak dönemler yaşayabilirler. Veya belli bir bardakta süt.
GÖRÜŞMECİ
Ve onun anlamı ne?
Philips
Farklı çocuklar için farklı anlamlara gelir. Bunun anlamı, kişinin iştahında çok korkutucu bir şeylerin olduğudur. Öyle ki kişi bir açgözlülüğü çok spesifik, sınırlayıcı, daraltılmış bir şekilde kapsamaya, kontrol etmeye çalışır. Sanki çocuk o bardağa süt koymasaydı felaket olacaktı. Ve çocuk haklı. Bu bir felaket olurdu, çünkü bu özel yol, bu alışkanlık, çok korku verici bir iştah olarak hissedilen şeyi içerir. İştah korkutucudur çünkü sizi dünyayla çok öngörülemeyen şekillerde bağlar. Winnicott bir yerlerde sağlıkla baş etmenin hastalıklarla uğraşmaktan çok daha zor olduğunu söylüyor. Ve bence herkesin kendi canlılığının ne kadarına dayanabileceği ve kendini ne kadar uyuşturmaya ihtiyaç duyduğu anlamında haklı.
Hepimizin güçlü hisler için kendi kendine tedavileri vardır. Daha sonra, kendi kendini iyileştirme, bir sorun haline gelir; alkoliğin sorununun alkol değil, ayıklık olduğu açıktır. İçki, sorun haline gelir ama aslında sorun alkolün iyileştirdiği şeydir. Yetişkin olduğumuzda hepimiz alkolik oluruz. Yani hepimiz belirli duygu ve düşünceleri etkisiz hale getirmenin yollarını geliştirdik. Sanata hayranlık duymamızın ya da sevmemizin nedenlerinden biri; Kafka'nın bir mektubunda yazdığı gibi sanat, içimizdeki donmuş denizi kırar. Bize, bir bedel karşılığında kaybetmiş olabileceğimiz hassasiyetleri hatırlatır. Freud, Haz İlkesinin Ötesinde'de bunu ele alıyor. Sanki insan mümkün olduğu kadar hareketsiz kalmak için mücadele ediyor ve kendi ataletine karşı mücadele ediyormuş gibi.
İlk analistlerden bir diğeri, Ernest Jones adında bir Galli, ilginç bir şekilde ortadan kaybolan bir fikre sahipti. Herkesin en derin korkusunun, aphanisis adını verdiği arzu kaybı olduğuna inanıyordu. Onun için, en çok endişelendiğimiz şey, arzusuz olmak. İnsanlar artık buna depresyon diyebiliyor ama bu, doğru kelime değil. Kendisi aslında hiçbir şeyin olmadığı ve kimsenin istemediği bir dünyada yaşamanın çok güçlü kaygısından bahsediyor. Ancak ne istediğinizi bilmek son derece zor olabilir, özellikle de hayal kırıklığı fobisi olan, tüketici, kapitalist bir kültürde yaşıyorsanız -en ufak bir hayal kırıklığı hissettiğiniz anda, onu karşılayacak bir şeyin mevcut olduğu bir yerde. Yani alışveriş yapmak, yemek yemek ve seks, istediğiniz şey olmayabilir ama bunu öğrenmek için birisiyle sohbet etmeniz gerekir. Rodin'in Düşünürü gibi bir odada tek başınıza oturamazsınız.
GÖRÜŞMECİ
Neden?
Philips
Çünkü zihninde sen delisin. Ancak sohbette olmama şansınız var. Zihniniz kendi başına dolayımsız kaygılar ve çatışmalarla doludur. Konuşma sırasında bazı şeyler, bir başkası aracılığıyla metabolize edilebilir ve sindirilebilir - ben size bir şey söylüyorum ve siz bunu bana farklı biçimlerde geri verebilirsiniz - oysa kendi zihninizin çoğu zaman aşırı derecede tekrarlayıcı olduğunu fark edeceksiniz. İnsanın kendi zihninde kendini şaşırtması çok zordur. İnsanın özeleştiri dili o kadar fakir ve klişe ki. Kendimize olan nefretimizde en aptal halimizdeyiz.
GÖRÜŞMECİ
Bir yazar olarak çoğunlukla deneme yazıyorsunuz. Psikanaliz ile deneme formu arasında özel bir akrabalık görüyor musunuz?
Philips
Çok öyle. Psikanalitik seanslar romanlara benzemez, destansı şiirlere benzemez, lirik şiirlere benzemez, oyunlara benzemezler; gerçi daha çok oyunlardan diyalog parçalarına benzerler. Ama bana denemeler gibi geliyorlar -on dokuzuncu yüzyıl denemeleri. Konudan uzaklaşmak, konuyu değiştirmek, tutarsız olmak, daha sonra üstesinden gelinecek ve aşılacak sonuçlara varmak vb. için de aynı fırsatlar vardır.
Bir deneme, konuşma tarzı ile ahenkin/tutarlılığın bir karışımıdır ve bana göre her ikisinin de avantajlarına sahiptir. Kısa öykülerde olduğu gibi başı, ortası ve sonu olmak zorunda değildir. Denemeler dolaşabilir, dolambaçlı yoldan gidebilirler. Ayrıca, Emerson, Lamb ve Hazlitt gibi beğendiğim on dokuzuncu yüzyıl denemecilerinin hepsi dogmatik olmayan ama oldukça ahlakçı insanlardır, ancak bu ahlakçılığın ne olduğu tam olarak açık değildir. Yani çok güçlü görüşlere sahip, fanatik olmamaya çalışan insanlar oldukları çok açık. Bana öyle geliyor ki, deneme, çok nadiren fanatik bir biçime sahiptir, bunun nedeni kısmen enerjinizin tükenmiş olmasıdır. Bu, sadece en sıkıcı türden bir propaganda olurdu. İlgi çekici bir deneme yazabilmek için tonunuzu değiştirebilmeniz gerekir. Ayrıca refleks olarak kendinizi gözden geçirmeniz gerektiğini düşünüyorum. Diğer türlerde bu şeyler imkansız değil ama denemelerde oldukça mümkün. Deneme kelimesinin de önerdiği gibi, bir şeyi denemekle ilgilidir, bir deneyle ilgilidir. Yazmaya başladığım andan itibaren -her ne kadar bilinçli olmasa da- yazdığım geleneğin bu olduğunu düşünüyorum.
GÖRÜŞMECİ
Ara söz çok önemli mi?
Philips
Eğer konu dışına bakılırsa, çok hızlı bir şekilde dağılmaya başlayacak olan şey, konu dışı olmayan düzyazı ve konuşma fikri olacaktır. Bana öyle geliyor ki konu dışına çıkmak konuşmanın normu, görünmez normu olabilir. Çünkü konu dışına çıkmanın ayrı bir şey olduğuna inanıyorsanız, tutarlı bir şekilde odaklanmanın ve amaca yönelik olmanın mümkün olduğuna inanmalısınız. Psikanalizin gösterdiği şey, kişinin istese de istemese de konu dışına çıkan biri olduğudur. Aslına bakılırsa, insanın farkında olmadığı ara sözler, en çok şey anlatanlardır. Normal bir konuşmada bile birbirimizin konu dışına çıkan sözlerini yalnızca içerik açısından değil, aynı zamanda ses tonu açısından da nasıl anladığımız çok ilginçtir, dolayısıyla bir konu üzerinde kalmak aslında son derece zordur. Bir konu üzerinde kalabilmek için konunun ne olduğunu bilmeniz gerekir.
GÖRÜŞMECİ
Sizi en çok ilgilendiren şeyin aslında insanların konu dışı olduğu zamanlar olduğunu söylemek doğru olur mu?
Philips
Beni en çok ilgilendiren şey, insanların konuya dahil olmaya çalışıp, konunun dışına çıkmadan duramamaları. Birisi gerçekten bir şeyi ifade etmeye çalıştığında, sanki bunu ne zaman yaptığını bilecekmiş gibi bir şeyi ifade etmek için gerçekten çabaladığında. Ve bunu yapmaya çalışırken bir sürü başka şey söylüyorlar.
GÖRÜŞMECİ
Bana bir örnek verin.
Philips
Yapamam çünkü bunu yaparken beni duyan kişi sen olmalısın; örnek olarak kendimi veremem. Ama herhangi bir şeyi dile getirmeye çalışırsanız, içindeki tereddütler ve zorluk, yan etkileri doğuracaktır. Sıradan konuşmalarda yan ürünler çoğunlukla göz ardı edilir. Psikanalizin yaptığı şeylerden biri de onları dinlemektir çünkü bunlar gidilmeyen yollar değildir.
GÖRÜŞMECİ
"On Not Getting It" (Anlamamak Üzerine) adlı denemenizde şöyle yazıyorsunuz: "Aslında biz, farkına varma olanağına sahip olmadığımız bir şeyiz."
Philips
Sorun bir şeyleri bilmememiz ya da bilemememiz değil. Sorun şu ki, hayatımızın bazı kısımlarında bilmeyi, işe yaramadığı ya da asıl mesele olmadığı yerlerde kullanıyoruz. Bir şeyleri bilmeye ya da insanları tanımaya karşı çıkmak istemiyorum. Ancak birini tanıdığınızı söylediğinizde, bunu yaparak ne istediğinizi bilmek çok zordur.
GÖRÜŞMECİ
Aşık olmak, mesela?
Philips
Evet. Karşımızdaki kişiyi derin bir anlamda gerçekten tanıyoruz ve -aslında tanımıyoruz. Ve bilme fantezisinin, "Bu kişinin benim üzerimde güçlü bir etkisi var ve bu o kadar bunaltıcı ki, bunu bir bilgi fantezisi aracılığıyla yöneteceğim" gibi bir şey tarafından teşvik edildiğini düşünebilirsiniz. Örneğin Proust'a göre insanları tanımak, çoğunlukla onları kontrol edememe kaygısıyla baş etmekle ilgilidir. Sanki seni tanırsam ya da anlarsam, benimle olmadığın zamanlarda ne yaptığına ve nereye gittiğine dair bir fikir edinebilirim. Soru, anlayışı ne yapmak için kullandığımızdır.
Küçük çocuklar olarak, ne dediklerini anlamadan önce yetişkinlerin konuşmasını dinleriz. Ve sonuçta başladığımız yer burası; bunu anlayamayacak bir konumda başlıyoruz. Müzik dinlemek de öyledir. Müziğin duygusal etkisi, insanların onun hakkında söyleyebilecekleriyle o kadar orantısız ki, bu çok temel bir şeyin açıklayıcısı gibi görünüyor; çok güçlü duygusal etkiler, çoğu zaman dile getirilemiyor. Başına bir şey geldiğini biliyorsun ama ne olduğunu bilmiyorsun. Kendinizi tekrar tekrar belirli şiirlere dönerken bulabilirsiniz. Sonuçta bunlar, sadece bir sayfadaki kelimelerdir, ama geri dönersiniz çünkü kelimeler sizin için gerçekten önemli olan bir şeyi sizde uyandırır. Ve eğer birisi size şöyle derse, Peki, bu nedir? veya En sevdiğiniz şiirler ne anlama geliyor?, belli bir şekilde eğitim aldıysanız buna pekala cevap verebilirsiniz, ancak söyleyebildikleriniz ile neden okumaya devam ettiğiniz arasındaki boşluğu hissedeceğinizi düşünüyorum.
GÖRÜŞMECİ
Ve bilmeden bu şekilde yaşamaya ne kadar ihtiyacımız var?
Philips
Ya da yaşamanın başka yolu yok. Aslında olan da bu, ama kim olduğumuzu bilme fantezileri tarafından gizleniyor, örtülüyor veya kısmen hafifletiliyor. İnsanlar "Ben öyle bir insanım ki" dediğinde kalbim hep acıyor. Bunlar formüller; kim olduğumuza, nelerden hoşlandığımıza, ne tür insanlardan hoşlandığımıza ve tüm bunlara dair hepimizin yaklaşık on formülü var. Bu ifadeler ile kişinin kendisini dakika dakika nasıl deneyimlediği arasındaki fark gülünçtür. Bir tablonun altındaki yazıya benzer bu. Şöyle düşünüyorsunuz: Evet, buna böyle denildiğini görebiliyorum. Ama resme bakmak lazım.
GÖRÜŞMECİ
Missing Out'ta Randall Jarrell'den aklımdan çıkmayan bir alıntı var: "Hayatlarımızı kaçırma şeklimiz hayattır." Bu sizin için ne anlama geliyor?
Philips
Aslında bu bahsettiğimiz şeye bir örnek. Çünkü 'Bu senin için ne ifade ediyor?' dediğinizde, 'Bu neyle ilgili?' diye düşünüyorum.
GÖRÜŞMECİ
Ama analiz tam olarak birine şu soruyu sormuyor mu: Bu neyle ilgili?
Philips
Bu olabilir. Ama aynı zamanda bunun sorulması gereken yanlış soru olduğu hissine de sahip. Anlam yaratmanın faydalı olduğu bazı alanlar vardır ve kişinin hayatında anlam yaratmanın bir deneyimden kaçınmanın bir yolu olduğu başka alanlar da vardır. Bir müzik parçasını dinlerken bu ne anlama geliyor? diye düşünürseniz müziği deneyimlememiş olursunuz.
Ama Jarrell'in cümlesine gelince, sen söyle bana, bunun neyle ilgili olduğunu düşünüyorsun?
GÖRÜŞMECİ
Neyle ilgili olduğunu bilmiyorum ama bana doğru gibi geliyor: Acı verici çünkü doğru.
Philips
Bunun nesi acı verici? Bu, son derece rahatlatıcı olabilir, değil mi? Bu, aslında hayat budur; sahip olmadığınız hayatlardır demenin bir yolu olabilir. Sanki 'Merak etme çünkü hayat böyle bir şey' der gibi. Ya da sözde diğer hayatları kaçırmak, modern insanların yapmaya istekli olduğu bir şeydir. Alternatiflere bağımlıyız, asla yapamayacağımız şeylerin büyüsüne kapılıyoruz. Sanki hepimiz yanlış ebeveynlere, yanlış bedenlere ya da yanlış şansa sahipmişiz gibi.
GÖRÜŞMECİ
Bana endişelenmememi mi söylüyorsunuz?
Philips
Bu konuda bir rahatlık olabilir diyorum. Ve rahatlık şöyle bir şey olurdu: Kaçırdığınızı düşündüğünüz hayatlara sahip olmaya çalışmak konusunda çok fazla endişelenmenize gerek yok. Sadece başka bir yerle ilgilenen tarafınız tarafından tiranlaşmayın.
GÖRÜŞMECİ
Gerçekten mi?
Philips
Bunun korkunç olduğunu düşünebilir ve yas tutmanın şimdiye kadar yaptığımız en gerçek şey olduğuna inanmaya başlayabilirsiniz. Ama insan, farklı zamanlarda farklı şeyler hissedecek. Emerson'un dediği gibi, "Ruh hallerimiz birbirine inanmıyor."
Öyle bir ruh hali var ki, bu hayata dair korkunç bir gerçek: Her zaman kaçırdıklarımızla, kaybettiklerimizle meşgul olacağız ve bunun başka yolu yok. Ve diğer ruh hallerinde şunu düşünebiliriz: Eh, bir hayat yaşamak budur, o yüzden buna alışın, mesele bu. Bu bir sorun değil, mesele bu.
GÖRÜŞMECİ
"Anlamamak Üzerine"deki en sevdiğim cümle John Ashbery'den: "Sanatın ne kadar kötüyse, onun hakkında konuşmak o kadar kolay."
Philips
İnsanın yaptığı şeyi yapmasının gerçek nedeni, tam olarak bunun hesabını verememesidir. Çoğu zaman kendini bir şeye gerçekten kaptırmış insanların yalnızca yaptıkları şeyi yapabilmeleri söz konusu olur; bu yüzden yazan, resim yapan ya da ne olursa olsun yazan insanlar, eleştirmenleri çok zor bulurlar. Ya açıkça yeterince övülmedikleri için ya da alternatif olarak alakasız hissettirdiği için. Bu gerekliymiş gibi hissettiriyor, çünkü sanatın ona verilen tepkilerle canlandığı açık ama aynı zamanda bir şekilde alakasız da.
Ve yine aynı şey, farklı bir şekilde psikanaliz için de geçerlidir. Psikanalizin nasıl yapıldığına dair son derece akıcı, ayrıntılı açıklamalar sunabilen çok sayıda analist var ve siz her zaman şunu düşünürsünüz: Eğer böyleyse, o zaman kesinlikle bunu yapmıyorlar demektir, çünkü psikanaliz bilinçdışıyla ilgilidir, bu ölçekte ne yaptığınızı nasıl bilebildiniz? Bana öyle geliyor ki psikanaliziniz ne kadar iyiyse, onun hakkında o kadar az konuşabilirsiniz.
GÖRÜŞMECİ
Kendi işinize bu şekilde mi yaklaşıyorsunuz? Bana öyle geliyor ki konularınıza musallat oluyorsunuz, onlara farklı açılardan yaklaşıyorsunuz, onları şaşırtıyorsunuz, onları kuşatmaya çalışıyorsunuz ama onlara tam olarak ulaşamıyorsunuz, onları serbest bırakıyorsunuz ve başka alıntılarla veya aynı alıntılarla, sonraki kitapta, onlara geri döneceksiniz.
Philips
Söylediklerinizin doğru olduğundan eminim; kulağa doğru geliyor. Bunu yapma deneyimim, sadece yazmamdır. İnsanın tarzı, kendi kokusu gibidir; çünkü kokusunu alamazsınız, başkalarının size bunu anlatmasına ihtiyaç duyarsınız.
GÖRÜŞMECİ
Hastalarınız hakkında yazıyor musunuz?
Philips
Gördüğüm insanlar hakkında asla yazmam ve çok az klinik öykü vardır. Analizde olup bitenlerin tamamen özel olduğunu düşünüyorum ve ayrıca insanların, bunların kitaplarım için materyal olduğunu düşünmelerini de istemem. Çünkü değiller. Örneğin Houdini'nin Kutusu'nda çok nadiren bir şeyler, kelimesi kelimesine alıntılanıyor. Tabii ki öyle olduğunda, kişiye onu kullanıp kullanamayacağımı soruyorum.
GÖRÜŞMECİ
Bir psikanalist olarak çalışmalarınızda eksik olan bir şeyi tatmin etmek için deneme yazdığınızı hisseder misiniz?
Philips
Kısmen evet, ama bu kulağa fazla hesaplanmış gibi geliyor. Bunu yaparken öyle değildi. Geriye dönüp baktığımda, psikanaliz üzerine okuyabilmeyi dilediğim türden bir deneme yazarak başladığımı düşünüyorum. Ya da belki de, bilinçsizce istediğim türden psikanalitik okuyuculara hitap ediyordum. Veya bu şekilde konuşma ve yazmayla ilgilenebilecek insanlardan oluşan bir izleyici kitlesi oluşturmaya çalışıyorum. Veya öyle olup olmadıklarını öğrenmek için.
GÖRÜŞMECİ
İnsanların kitaplarınızdan ne almasını istiyorsunuz?
Philips
Açıkçası bu, bana bağlı değil. Ama benim istediğim, insanların kitap okuma deneyiminden keyif alması ve sonra bunları unutması. Bir dizi teoriyi veya fikri -en azından bilinçli olarak- desteklemeye çalışmıyorum. Bence yazıların bir ruhu var. Olmalı. Ama gerçekte, umarım kitaplarımdan birini size zevk verdiği için ya da ondan nefret ettiğiniz için okursunuz - bu tür nedenlerden dolayı okursunuz - ve sonra onu okurken ne düşündüğünüzü, hissettiğinizi keşfedersiniz. Bu kadar. Psikanalitik teoriye hiçbir şey eklemiyorum. Veya başka türlü bir teori sunmuyorum.
GÖRÜŞMECİ
Eleştirmenlerinizden daha az, okuyucularınızdan daha çok bahsediyorsunuz. Bir ayrım yapıyor musunuz?
Philips
İki türlü eleştiri alıyorum. Bir tür eleştiri şöyle der: Bu narsistçe, rahatına düşkün, gösterişçi ve boş. Etkilenmeyin ve aldanmayın. Sonra şöyle bir eleştiri alıyorum: Bu kitaplar ilginç. Bu her zaman iki şeyden biridir ve kendi bakış açılarına göre her ikisi de haklıdır; ancak ben ikinci görüşü tercih ederim. Eleştiriyi hoş karşılamak için mazoşizmde gerçekten iyi olmanız gerekir. Ama biliyorsun, istesen bile farklı yazamazsın. Sadece ne zaman canınızın sıkıldığını fark edebilmelisiniz. Ve ben şanslıyım çünkü hayatımı yazarak kazanmak zorunda değilim, dolayısıyla bunun hakkında gerçekten düşünmeme gerek yok. Beni etkilemediğini söylemiyorum ama bununla meşgul olmama gerek yok.
GÖRÜŞMECİ
Şimdi Freud'un biyografisini yazıyorsunuz. Neyi keşfedebileceğinizi düşündüğünüzü merak ediyorum; bu yanlış bir soru belki, çünkü bilmiyorsunuz.
Philips
Bu anlamda Freud hakkında özellikle bir şey keşfetmek istemiyorum. Kimsenin Freud'un başka bir biyografisine ihtiyacı yok. Zaten çok iyileri var. Yapmak istediğim şey, önceki biyografilerin ışığında, Freud'un bazı bakımlardan çok saçma ama çok sürükleyici bir tür olan biyografiye dair şüpheleri hakkında bir şeyler söyleyebilecek kısa bir biyografi yazmak.
Size basit bir örnek vereceğim. Freud, Roma'ya gitmeyeceğine dair uzun uzun konuşuyor. Çaresizce Roma'ya gitmek istiyor. Çeşitli nedenlerden dolayı oraya gidemiyor. 1901'de nihayet kardeşiyle birlikte yola çıkıyor. Peter Gay şöyle bir şey söylüyor: 1902'de Freud sonunda Roma'yı fethetti. Ama turist olarak gitti! Freud'un ilk biyografisini yazan Ernest Jones şöyle diyor: Freud Roma'ya zaferle girdi. Bu çok şaşırtıcı. Ve burada neler olduğunu açıkça görebiliyorsunuz.
GÖRÜŞMECİ
Nedir?
Philips
Bana öyle geliyor ki Freud'un bir kahraman olduğu fantezisi retorik olarak güçlendiriliyor. İnsanlar biyografi yazarken, ne yapmak veya söylemek için kullandıklarına bağlı olarak, genellikle konularını idealleştirir veya şeytanlaştırırlar. Anlaşılır bir şekilde Jones ve Gay, Freud'un kendi kendini analizini üstlenerek büyük kahramanca bir şey yapan olağanüstü derecede usta bir kişi olmasını istiyorlar. Bu, etkileyici bir şeydi ama Freud'un da bildiği gibi geçmişte pek çok insan buna benzer şeyler yapmıştı. İnsanlar hayatlarında krizler yaşadılar ve bunları yazarak ve konuşarak çözmeye çalıştılar. Bu özel krizden çıkan şey psikanalizin icadıydı. Ve tabii ki psikanalizi seven insanlar için bu, çok dikkate değer. Ancak Freud, uzun bir manevi, dini kriz yazımı geleneğine uygun olarak yazıyordu.
Bir çeşit kahramanlık karşıtı, aşağılayıcı bir kitap yazmak istediğimden değil. Sadece Freud'un gerçekçi bir biyografi fantezisini eğlenceli kılmanın mümkün olup olmadığını görmek istiyorum.
GÖRÜŞMECİ
Bu ne anlama geliyor?
Philips
Bunu öğrenmeye, görmeye çalışmak için yapıyorum. Yani, bunu yapmak mümkün olmayabilir.
GÖRÜŞMECİ
Tekeşlilik'te şöyle yazıyorsunuz: "Tıpkı iki tür tekeşlilik olduğu gibi, temelde iki tür yazar da vardır: kusursuz ve yanılabilir. Kusursuz biri için her cümle mükemmel, her kelime kaçınılmaz olmalıdır. Onlar için önemli olan doğru olanı yapmaktır. Yanılabilir olanlar için 'yanlış' yalnızca haklı olması gereken insanlar için kullanılan bir kelimedir. Yani yanılabilir olanlar, kabalıklarının cesaretine sahiptirler; neyin iyi bir çizgi olabileceğinden hiçbir zaman tam olarak emin olamazlar; ve kötü çizgilerin bir şekilde iyi çizgileri desteklediğine dair batıl bir inançları var.” Kendinizi bunlardan birinde veya diğerinde buluyor musunuz?
Philips
Açıkçası, büyük bir hevesle, yanılabilir türde olmayı isterdim. Çünkü yazarken bazı şeyleri deneyebileceğimi ve iddialı, kaba, saf, küstah olma riskini göze alabileceğimi hissetmek isterdim; bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek için öyle görünmemeyi tercih ettiğim şeyler. Yazan herkes, sadece inandığınız şeyi yazmadığınızı bilir. Neye inandığınızı veya neye inanmayı göze alabileceğinizi öğrenmek için yazarsınız. Bu yüzden, bir şey yazdığımda ve kulağa hoş geldiğinde, genellikle başka birinin kulağına nasıl geldiğini görmek için onu orada bırakıyorum. Başka birine göre bu çok kötü ya da küstahça gelebilir, ama ben küstahlığımı yapabilecek cesarete sahip olmayı istiyorum. Korkunç olduğunu bildiğim ya da ilginç bulmadığım şeyleri bırakmıyorum -bunu yapmıyorum- ama eğer bu konuda bir şüphe varsa ve kulağa ilginç geliyorsa, bırakıyorum. Ve bunu yapmakta özgür olmak istiyorum, çünkü bu yüzden yazıyorum. Yazarken aklıma bir şeyler geliyor. Bu, bir düşünme biçimidir.Sadece düşünmek yerine düşünmeyi gerçekleştirmek.
GÖRÜŞMECİ
Haftanın dört gününü hastalara bakarak, iki gününü de evde ailesiyle geçiren biri için çok üretkensiniz. Ne zaman ve nasıl yazarsınız?
Philips
Bunun hakkında konuşmak kolaydır, ancak değerli ya da akıcı görünmeden zordur çünkü yaratıcı bir süreç yoktur. Yani oturup yazıyorum. Gerçekten olan budur. Çarşamba sabahı oturuyorum ve yazıyorum. Ve bazen işe yaramıyor ve neredeyse her zaman işe yarıyor, hepsi bu. Herkes gibi ben de bazen başlangıçta sorun yaşıyorum ama çabuk geçiyor. Bazen takılıp kalıyorum ve sonra vazgeçiyorum. Ben yazmak için çok çalışan biri değilim. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Ne demek istediğimi anlasanız ne yapacağımı bilemezdim. Bitinceye kadar yazıyorum ve tekrar yapabildiğimde yeniden başlıyorum, ancak bunu düzenli olarak yapabilmeyi seviyorum çünkü bunu yapma deneyimini seviyorum.
GÖRÜŞMECİ
Yazmak için ofise mi gidiyorsunuz?
Philips
Evet, yalnızca ofisimde yazabiliyorum. Her yerde yazabilen, otellerde yazabilen insanların romantizmini seviyorum ama o odadan başka hiçbir yerde yazamıyorum. En azından şu ana kadar sadece o odada yazabiliyorum.
GÖRÜŞMECİ
Hastaları gördüğünüz ofis tamamen kitaplarla kaplıdır; sadece raflar değil, zemin de. Onlar her yerde. Kitapların olağanüstü miktarının hastalarınız üzerinde bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Philips
Olmalı. Bazıları bunun hakkında konuşur. Ve elbette kişinin odası, güçlü bir iletişim ve taleptir. Bilinen bir talep değil, ama bir talep. Yani kitaplar burada çünkü kitapları seviyorum ve bunların elimde olmasını seviyorum. Bir bakıma günceller. Her zaman hepsini okuduğumu söylemiyorum ama yazmayı düşündüğüm şeylerle bağlantılılar. Ya da bunlar sadece geçmişten sevdiğim, tekrar okuduğum kitaplar. Benim için gerçek bir güvence olması gerektiğini düşünüyorum. Her halükarda bunlar, benim hayatımın ve kendimle ilgili algımın ayrılmaz bir parçası; çok uzun zamandır da öyleler.
GÖRÜŞMECİ
Psikanalizin popülaritesindeki büyük düşüşün psikanaliz için iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu düşünüyorsunuz?
Philips
Bence psikanalizin başına gelebilecek en iyi şey bu, çünkü bu artık onda hiçbir prestij yok, gösteriş yok, para yok, halk yok, o yüzden gerçekten seviyorsanız, ona ilgi duyuyorsanız psikanaliz yapacaksınız. Umarım bundan duyulan hoşnutsuzluk -her ne kadar bunu yapan insanlar için ekonomik açıdan kötü olsa da- insanları, psikanalizin ne olduğunu anlama konusunda özgür kılar. Henüz ne olduğunun bilinmesi için çok yeni. Bir altın çağın yaşandığını ve sonra her şeyin dağıldığını hiç hissetmiyorum. Sanırım bazı insanlar bunun ne işe yarayabileceğini, aslında farklı ve öngörülemeyen şekillerde yaşamamıza yardımcı olabileceğini anlamaya başlıyor. Bana göre etraftaki en iyi şeylerden biri. Başka kimsenin benimle aynı fikirde olmasına ihtiyacım yok ama bunun doğru olduğunu hissediyorum. İnsanların son derece şüpheci hale gelmesinin çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Psikanalistler dilin aldatmacalarının arkasına saklanırlardı, kendi toplumlarında saklanırlardı, asla başka kimseyle konuşmazlardı. Dışarıdaki insanlarla konuşmaya başladıkları anda her şey savunmasız görünüyordu ki bu da olması gereken en iyi şeydi.
Artık insan doğası hakkında atıp tutamazsınız. Antropologlarla, sosyologlarla, tarihçilerle ve filozoflarla, hastalarla, eleştirmenlerle, ilgilenen herkesle konuşmalısınız. Gerçekten, bir görüşü olan ve onu açabilen herkesle. Psikanaliz, başkalarının onun hakkında söylediği her şeydir. Eninde sonunda iyiye gideceğini ya da yok olacağını düşünüyorum.
GÖRÜŞMECİ
Eğer psikanaliz ortadan kaybolsaydı, yaşamınızı sağlamak için ne yapmak isterdiniz?
Philips
Eğer ortadan kaybolsaydı bunu yapmaya devam ederdim. Ama ben… Öğretmen olmayı hayal edebiliyordum, ilkokul öğretmeni olmayı hayal edebiliyordum. Bunu yapmak isterim. Yazar olmak istemezdim.
GÖRÜŞMECİ
Bir zamanlar daha az sanatçının olduğu ve daha iyi ilişkilerin olduğu bir dünyada yaşamak istediğinizi söylemiştiniz. Bununla ne demek istediniz?
Philips
Bunun kısmen saçma bir şey olduğunu düşünüyorum ama bir kısmı da bana doğru geliyor; o da eğer sanatçı mitinin büyülediği bir kültürde yaşıyorsanız ve mesleki sanat yaşamının mevcut en iyi hayatlardan biri olduğu fikrine sahipseniz, o zaman acı çeken insanlar için sanatçı olmanın çözüm olacağına inanma eğiliminiz her zaman olacaktır, oysa aslında sorun daha da büyük olabilir.
Sanatçı mitinin kurbanları olarak düşünebileceğiniz çok sayıda insan var. Aslında başka bir şey yapmaları gerekirdi. Elbette bazı insanlar şanslıdır ve sanatın kendileri için işe yaradığını görürler, ancak pek çok insan için öyle değildir. Bence bunun resme dahil edilmesine ihtiyaç var. Çoğu zaman insanların şöyle dediği hikayeleri duyar veya okuruz: Çocuklarına, eşlerine, arkadaşlarına çok kötü davranmış olabilirler ama şu romanlara, şiirlere, tablolara bakın. Bunun korkunç bir denklem olduğunu düşünüyorum. Açıkçası insan iyi bir ebeveyn ya da iyi bir sanatçı olmayı seçemez, ancak eğer sanat zulmü meşrulaştırıyorsa, bence sanata sahip olmaya değmez. İnsanlar mümkün olduğunca nazik olmak ve birbirlerinin arkadaşlığından keyif almak için ellerinden geleni yapmalı. Bunu yapmamıza yardımcı olan her sanat, diğer başka şeyler gibi, sahip olmaya değer.
コメント